1 Temmuz 2016 Cuma

Rams

Başka Sinema'nın haziran ayı filmlerinden ''Rams (Hrutar)'' bir İzlanda filmi.


Tanıtımdan:
Kuzey’in nefes kesen manzarası, sevimli sıcacık mizahı ve iki kardeşin duygusal hikayesi ile İzlanda’nın Oscar adayı filmi.

Gummi ve Kiddo, şehrin dışında geniş bir vadide yan yana evlerde yaşayan yaşlı iki kardeştir. Babadan kalma meslekleri olan koç yetiştiriciliğine devam etmekte ve ülkenin en iyi koçlarını yetiştirmektedirler. Her sene kasabada düzenlenen ya Gummi’nin ya da Kiddo’nun kazandığı en iyi koç yarışmasında büyük ödülü almak için mücadele eden ve tek hayatları koçları olan bu iki kardeş, birbirleri ile 40 yıldır konuşmamaktadırlar.

Birgün Kiddo’nun koçu bulaşıcı ve ölümcül bir hastalığa yakalanır. Yetkililer tüm kasabayı boşaltıp, tüm hayvanların da itlaf edilmesinin en uygun çözüm olduğunda ısrarcıdır. Ancak 40 yıldır birbirleri ile konuşmayacak kadar inatçı olan bu ikili iş koçlarına gelince de bu kadar çabuk pes etmeyecektir.


Cannes dahil bir çok film festivalinden ödülle dönen film izlenmeyi fazlasıyla hak ediyor. Tavsiye ederim.


Olduğu Kadar Güzeldik - Mahir Ünsal Eriş

Daha önce ''Dünya Bu Kadar'' adlı kitabını okuduğum Mahir Ünsal Eriş'in ''Olduğu Kadar Güzeldik'' isimli öykü kitabını okudum.

Arka kapaktan: 
'' Meydandaki çay bahçelerinden birine oturmak geldi içimden sonra.
Çünkü Erdek bir kitap olsaydı, bu çay bahçeleri ilk cümlesi olurdu onun. Gelindi mi oturulmalıydı. Bir çay, birkaç sigarayla, kıyıda kayığında ağ onaran, çapari kösteği hazırlayan balıkçıları seyretmek, bir tost isteyip, bacaklarıma sırnaşan kedilere atmak, yakın masalarda konuşulanları dinlemek, birini bekliyormuş gibi ikide bir saate bakmak iyi gelebilirdi. Gelmeliydi en azından. Yine yaz akşamları. Yaralı tekneler, küflü sesler. Erdek'te çay bahçeleri, bıkkın orkestra, tatsız garsonlar. Ezine, Susurluk, Bandırma, burası Ankara, orası Samsun! Yalandan bayılanlar, bilmezden gelinenler, kaybolan dayılar… Uykusunda ağlayan adamlar, pişmanlar, yorgunlar. Para için mırın kırın, laf dokunduran konuşmalar. Nerede bu Türkan Şoray?

Mahir Ünsal Eriş, sokaktan gelen gürültüyü, bangır bangır Yıldız Tilbe dinleyen evleri resmediyor. Bi gevezeleşip bi susanları, "iyi olalım be ne olur" diyenleri, helallik isteyenleri anlatıyor. Olduğu Kadar Güzeldik, gazoza doğru çocuklaşan hikâyelerle çağlıyor, zamana dokunuyor. Eriş, hüzünlü mağlupların iyimser yazarı olmaya devam ediyor.''

Yazarın aslında en çok merak ettiğim ve sosyal medyada sıkça karşıma çıkan kitabı  '' Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde... ''yi ise sona bıraktım.

Bazuka - Murat Uyurkulak

Merhume kitabını okuyup beğendiğim yazar Murat Uyurkulak'ın hikayelerden oluşan kitabı Bazuka'yı okudum.

Tanıtım yazısından:
''"İnsan çocukken bir büyük saadet ülkesinde yaşıyor, sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi ölüyor. Çocuklukla yaşlılık arasındaki o dönem araf misali; kitabesi ağır mesailerle, küçük hesaplarla, kesif mutsuzluklarla yazılan bir mezartaşının gölgesinde azap gibi boktan hayatlar. Yetişkinler zombilere benziyor..."
2002'de yayımladığımız ilk romanı Tol, Bir İntikam Romanı'nın ardından, 2006'da Har, Bir Kıyamet Romanı gelmişti. Murat Uyurkulak bu kez hikâyeleri ile okur karşısına çıkıyor: Tutkular Kitaplığı; Kurtuluş On İki; Kuş Yuvası; Pembe; Aşk, Yalnızlık ve Bazuka; Şarap; Derviş; Kırmızı ve Gülsüm.''

Severek bir nefeste okudum. Sıraya diğer iki romanını da aldım bakalım.

Warcraft

Çizgi roman uyarlamaları sinemada sıkça karşımıza çıksa da video oyunu uyarlamalarıyla daha az karşılaşıyoruz. Warcraft dünyada milyonlarca hayranı olan bir oyun ve bu uyarlama sanırım beklentileri bir hayli karşılamış durumda.


Konusu şöyle: '' Ork savaşçılarının ülkeleri yok olmuştur ve hayatta kalanlar yeni bir koloni oluşturmak amacıyla, Azeroth krallığının eteklerine gelirler.  Azeroth krallığı barışçıl ortamdan yana olsa da eşikteki bu savaş kaçınılmazdır. İki dünyayı birleştiren kapı açıldığında, bir ordu yıkım bekler, diğeri de yok olma ihtimaliyle karşı karşıyadır. Bu karşıt gruplardan iki kahraman, ailelerinin, halklarının ve ülkelerinin kaderini belirleyecek bir çatışma yoluna girerler.''

X-Men: Apocalypse

Geçtiğimiz haftalarda sinemada izlediğim X-Men: Apocalypse genel olarak beğendiğim bir film oldu. Son çekirdek kadrosunu koruyan filmin konusu kısaca şöyle:

''Medeniyetin şafağından beri, Apocalypse’e tanrı gözüyle bakılmaktadır. Marvel’in X-Men evreninin ilk ve en güçlü mutantı Apocalypse, birçok mutantın özelliğini kendinde toplayarak ölümsüz ve yenilmez olmuştur. Binlerce yıllık uykusundan uyandığında bulduğu dünya, onu büyük hayal kırıklığına uğratır. Kendine mutantlardan güçlü bir takım oluşturur. İçinde Magneto’nun (Michael Fassbender) da bulunduğu takımın amacı insanoğlunu gezegenden temizlemek ve Apocalypse’in saltanat sürebileceği bir dünya hazırlamaktır. Dünyanın kaderi dengede durmaktadır. Professor X’in (James McAcoy) de yardımıyla, Raven (Jennifer Lawrence) genç bir X-Men takımına yardım etmeli ve insanoğlunu tamamen yok oluştan kurtarmalıdır.''